28-29 Nisan 2018'de gerçekleşen Türkiye Psikoterapi Zirvesi'nde yer alan video röportajım aşağıdaki sorulara odaklanılıyor. Röportaj, korku ve umudun kıyısında durmakta güçlük çeken bireyler için tasarlanmış 'Sihirli Değnek' (19:00) isimli destekleyici yönerge ile son buluyor.
- Sanat psikoterapileri alanın tarihçesinden bahsedebilir misiniz?
- Sanat terapisinin işleyişinin dayandığı temel ilkelere örnek verebilir misiniz?
- Bir sanat terapisi seansı nasıl ilerler? Konuya hiç aşina olmayan kişiler için anlatabilir misiniz?
- Sanatçılar, sanatsal uğraş ve atölye yaşamı her daim terapötik midir?Şairler ve yazarlar için yazmak salt olarak sağaltıcı mıdır?
- Türkiye’de sanat psikoterapisi uygulaması nerede?
- Sanat terapisine yönelmek isteyen kişilere ne önerirsiniz?
2018 Türkiye Psikoterapi Zirvesi’nde katılımcılarımızın kim olduğunu internette araştırıp bulabildiğimizin ötesinde tanımak istiyor, onlara daha kişisel bir açıdan yaklaşarak anlamak istiyoruz. Acaba, bu manada siz kendinizi bize nasıl anlatabilirsiniz?
Kendimi her şeyden önce bir görsel sanatçı ya da bir doğaçlama sanatçısı olarak düşünüyorum ve bu süreci iyileştirici özellikleriyle başkaları için kolay kılmak, mümkün kılmakla uğraşan birisi olarak düşünüyorum. Daha önceki pratiğimde onkoloji hastalarıyla çalışırken özellikle kronik hastalığın bireyin hayatındaki travmatik etkisinin ötesini, insanların yaşamı tehdit eden unsurlardan sonra tekrar aynaya bakıp kim olduklarını ve bundan sonra nasıl yaşayacaklarını keşfettikleri post travmatik gelişim süreçlerinde yanında durmaktan kıvanç duyan birisiyim. Burada insanları cesaretlendirmekten, kendi öykülerini yeniden yazmaya teşvik etmekten mutluluk duyuyorum. On seneyi aşkın süredir bu tür süreçlerin takibini yapıyor, daha çok yapma isteğiyle ilerliyorum.
Sanat psikoterapileri alanın tarihçesinden bahsedebilir misiniz?
Sanat psikoterapisi alanını 1950’li yıllarda topraktan yüzeyini kırıp çıkan bir filiz gibi düşünebiliriz. Sanatın şifa ile ilişkisi, hayal gücü ve kendini ifadenin ruhsal ve bedensel iyileşme ile ilişkisi çok daha eski bir tarihe dayanıyor. İspanya’da yeni keşfedilen mağara resimlerine bakacak olursak, kırk bin öncesine gidip oradan başlayabiliriz. Av sahnelerinin resimlendiği mağara resimleri, insanın korku ve umut arasındaki gel gitlerdeki güven arayışını anlatıyor. Belirsizliğe gögüs gerirkeni başa hayal gücü ile çizim becerisini birlikte işleterek bir strateji oluşturma çabasını, prova yaparak kendisini zor karşılaşmaya hazırlama sürecini görüyoruz. Bu işlevler bugün uygulanan sanat psikoterapisinde hala daim olan sanatın iyileştirici ve duygu düzenleyici işlevleri.
Bir meslek olarak sanat psikoterapisinin tarihine odaklanacak olursak, 1900’lü yıllara gitmemiz gerekir. Art Therapy yani sanat terapisi terimini Adrian Hill’e borçluyuz, Hill birinci dünya savaşından tüberküloz ile döndükten sonra, tedavi gördüğü sanatoryumda resim yaparak kendi iyileşme sürecini fark eder ve sonra aynı sanatoryumda sanat dersleri vererek sanatın bir terapiye araç olduğunu anlatan “Hastalığa Karşı Sanat” isimli bir kitabıyla alana temel olan fikirleri daha da artiküle eder.
Birbirlerinden habersiz ama eş zamanlı olarak 1940’larda da Amerika’da alanın büyük anneleri olarak bilinen Margaret Naumburg ve Edith Krammer sanat psikoterapisine bugünkü mesleki kimliğini kazandıracak önemli temelleri atmaktadır. yaklaşımı sanat daha psikanaliktiktir, sanat bir tür sanatsal dışavurum bir tür serbest çağışım gibi bilinçaltını yüzeye çeken yöntemidir diye düşünür. Yani, olağan gündelik zihinsel akışta dile gelmeyecek şeyler, resim yaptıkca, heykel yaptıkça, dans ettikçe ortaya çıkar, yüzeye çıkar. Ele aldıkça ve bedelselleştirdikçe kendini tanıma, kendi ikilemlerini bütünleştirme fırsatı bulur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra post travmatik stres yakınmalarıyla gelen askerler için sanat terapisi kullanımı yaygınlaştı. 1970’li yıllarda bir çok ruh sağlığı hastanesinde ve psikiyatrik klinikte diğer ruh sağlığı profesyönelleriyle beraber klinik ekibin üyesi olarak sanat terapisti kadrosu oluşur ve düzenli sanat terapi grupları ilerler. Bugünse halen bu interdisipliner pratik sürmekte. Ülkemizde de benzer bir yapılanma görmekteyiz ancak henüz kadrolaşmanın resmi veya yaygın olduğu noktada değiliz.
Sanat terapisinin işleyişinin dayandığı temel ilkelere örnek verebilir misiniz?
Belki en önemli ilkelerden birisi farklı hatta zıt duyguları entegre etmek için sanat psikoterapisi ideal bir zemin sunar. Çünkü bir kağıt üzerinde öfke ve şefkati, korku ve umudu aynı anda çizip boyayabilirsiniz. Dolayısıyla ayrıklaşmış bu tarafları yine sentezlemeyi mümkün kılan bir zemindir ya da hareketle bir duygudan diğer duyguya geçişin koreografisini araştırmak o duygular arasında bireyin hayatın içerisinde de geçişkenleşmesini kolaylaştırır. Dolayısıyla bu zıt kutupları birleştirmek, ayrıklar arasında köprüler kurmak sanat terapisi uygulamasının dayandığı sanatın temel işlevlerinden biridir.
Bir sanat terapisi seansı neye benzer ve nasıl gelişir? Konuya hiç aşina olmayan kişiler için anlatabilir misiniz?
Sanat terapisi bireylerle bir yanı terapist danışan olarak ya da gruplarla grup lideri ve katılımcılar olarak çalışılabilir hatta çiftler ve aileler de birlikte sanat yaparak ailenin işleyişi ve çatışma çözümlerini gerçekleştirebilen bir sisteme dönüşmesine ailece yapılan sanat terapisi etkinliklerinde de sağlamak mümkün. Ben bireysel ve grup sanat terapisinde izlenen yol haritasından bahsedebilirim.
Seans başında adeta bir kapıdan içeri giriyormuşsunuz gibi kendinizi düşünebilirsiniz. Nasıl kapıdan içeriye girdiğinizde montunuzu çantanızı çıkarırsınız, anahtarınızı bırakırsınız. Sanat terapisi seansında da o günün dertlerini, o günün kimliğini ilk başta seansta oturduğunuz koltuğa bırakırsınız. O andan sonra “şimdi ve burada ya” gelmek üzere duyularınıza odaklanırsınız. Bugün burada olmak nasıl bir bedensel his?, nasıl duygular bana eşlik ediyor? bu imgeler, anılar çağrışımımda bunları paylaştıktan sonra bugün benim ihtiyacım ne? Bugün benim sorum ne? problemini, sorununu tanımlayabilir. Yavaş yavaş bu sorunun ele alınacağı, cevap bekleyen sorunun araştırılmasının yapılacağı bir tür sanat gündemi oluşturulur. Peki bunun resmini yapsak ya da bunu anlatırken çok ellerini yumruk yapıp sıksan, bu yumruk sıkışlar bir tür dans ve harekete dönüşse nasıl bir hareket olur acaba diye sözden sanatsal keşfe geçilir. Yani seansın ilk aşaması giriş ve konuşma, ikinci aşaması sanatsal dışavurum olur ve o dışavurum bir şekilde sözelden çok organik bir geçişle sağlanır. Bu ikinci aşamada giderek günün gerçeğini, kimliğinizi, probleminizi bir kenara bırakır sanatsal sorunla uğraşmaya başlanır. Sarıyla mı boyasam bunu, yeşille mi yoksa palette olmayan başka bir renkle mi karıştırsam? Yani o problemle estetik bir mesafe kurulmaya başlanır ve burada hayatta olmayan kontrolü, hayatta olmayan serbestliği deneyimlediği beyaz kağıdın üzerinde ya da boş alan içerisinde, sessizliğin içerisinde olabildiğine özgürce ve dolayısıyla yaratıcı bir şekilde keşfetmeye başlar. Bu süreç özellikle dışavurumcu sanat terapisi yöntemiyle çalışırken bir inter model transferle bir geçişle dönüştürülür. Yani yeni yaptığınız şeyin dile gelse ne söyleyeceğini yazar ya da heykelini yaptınız diyelim ki bir kadın figürü yaptınız hareket etse nasıl hareket eder diye bir sanat dilinden başka bir sanat diline geçersiniz ve bu gerçekten insanın konuyla kurduğu ilişkide perspektifini değiştiren bir araçtır. Bu perspektif değişikliğinden sonra tekrar koltuklara dönülür. Acaba biz bugün ne yaptık? Neyi keşfettik sanatla? Bu hani 60 dakikalık sanat serüveninde resimden dansa geçen danstan şiire geçebilen sanat serüveninde neyi keşfettik acaba? Bu yaptıklarımızdan hangisi sana dokundu, hangisi sana tam bir süpriz gibi geldi, hangisi seni şaşırttı? diye yaptığımız eseri tamamen ön yargısız bir perspektifle ele alırız. Burada yorumlandırılmadan önce duyusal ve estetik olarak yaptığımız şeyi tanımaya çalışırız. Bu da gerçekten yeni bir özgürlük alanı, uzaktan bakma fırsatı ve üretilen yaratıcı şeye bir dil üretme fırsatı verir. En sonunda biraz daha sanat ve hayat arasında köprüler kurmaya çalışırız. Bugün sanatsal süreçte yaşadığın bir şey. Heykel malzemesiyle zorlanman ya da dans ederken bir türlü yerden kalkamaman. Yerde yatıp sonra ayağa kalkabileceğin bir harekette o yükselmeyi bir türlü gerçekleştirememek. Acaba bu yaşanan süreçten her hangi bir şey sana tanıdık geliyor mu hayatında? Hayatta da benzer şeyler oluyor mu?
Sanatsal süreçle yaşamsal süreç arasında bir karşılaştırma yaparız. Evet hayatta da böyle oluyor. Hayatta aynı şeyi yaptığımda böyle kötü sonuçlarla karşılaşıyorum. Sanatla aynısını yaptığımda bu durumu çözebileceğimi fark ettim, başka bir stratejiyle ya da sanatta bir cezayla karşılaşmayınca kendimi biraz daha denemekte özgür hissettim, biraz daha kendimi bütün duygularımla ortaya koyabildiğimi fark ettim.’ Yani hem ayna tutabilir sanatsal süreç insanın yaşamdaki sürecin bir replikasını oluşturarak hem de başka ihtimallere izin verecek şekilde yaratıcılığını kullanarak problemi çözmesine ön ayak olabilir. Süreçten yani yaratıcı süreci hayattaki süreçlerin bir paraleli olarak ele alabiliriz. Ortaya çıkan eser her neyse bireyi yansıtan bir şey olabilir ya da bireyin başka bir mercekten aynı problem hakkında fark etmediği detayları göz önüne süren bir kör noktayı aynalayan bir dikiz aynası işlevi görebilir. Bireyin sanatsal ifadesiyle hayatı arasında bağlantılar kurduğumuz zaman son kısımda bir ödev veririz. Acaba bugün sanatsal süreçte deneyimlediğin yeniliği hayatta nasıl yapabilirsin? Acaba bu hafta hiç içinden kalkmak gelmediğinde direncine kapılmışken müziğe kulak verebilir misin ya da ışığın yönünü takip edebilir misin? Dans ederken çözüm neyse onu hayata aktarsak bu başarılı olur mu, bir deneyebilir misin? Bu sanatsal süreçteki çözümün hayattaki karşılığını gerçekleştirme projesidir ödev. O ödevle ya da soruyla. O ödev bazen de hayatta da böyle mi? Sen bu özlem duyduğun şeyi hayatın içerisinde nerelerde var edebiliyorsun? Önemli bir varoluşçu soruyla çıkışını sağlayabiliriz. Nasıl ki misafirlerimiz kapıda girerken bıraktıkları, çıkarken alıyorsa, sanat psikoterapisi seansında danışan ayrılırken seansa getirdiklerinin bir kısmını dönüştürmüş şekilde, çantasına yeni bir dönüştürme aracı da ekleyerek seansın onu uğurlarız.
Genel hatlarıyla bir seansın mimarisi dediğimiz model bu şekilde işler.
Soruma yanıtınızı dinlerken aklıma Kafka’nın Dönüşüm kitabı geldi. Sanat terapisindeki süreç de farklı bir manada bir dönüşümü anlatıyor, aslında insanın kendiyle kendine dönüşümünü. Sözlerinizle çağrışan bir başka şey ise, ‘Yazmasan delirecektim’ sözü, malumunuz biz bu ifadeyi üreten şairin halkıyız ve bu gibi ifadeler içerisine doğduk. Şahsen ben de yazıyla uğraşmayı çok severim; yazdıkça ruh halimin dönüştüğünü hissederim. Fakat, şairler ve yazarlar için yazmak salt olarak sağaltıcı mıdır? Sanatçılar, sanatsal uğraş ve atölye yaşamı her daim terapötik midir?
Sanatla uğraşmak insanı sağaltıcı etkilere sahip olduğu kadar bir miktar da dağıtabilen, her icat süreci gibi biraz da aklın sınırlarını zorlayan, yani çıldırtıcı bir süreç. Sanat terapisinde çıldırtıcı etkiden çok sağaltıcı olan özgürleştirici, özgünleştirici ve bütünleştirici işlevlere odaklanıyoruz diyebiliriz. Sanatla uğraşmanın insanı belirsizlikle ve kaosla yüz yüze getiren ve ona düzen getirmekle ilgili bir uğraş olduğunu söyleyebiliriz. Bazen bu sanatçıların bünyesini çok yorabilen bir deneyim haline gelebiliyor. Van Gogh ya da Frida Kahlo örneklerinde gördüğümüz gibi ruhsal ve fiziksel acıyı bambaşka bir esere dönüştürebilme, bir esin kaynağı olarak değerlendirme fırsatı sunuyor sanatsal ifadeler. Senin de dediğin gibi, bir dönüşüm söz konusu.
Bu dönüşümden belki şu şekilde de bahsedebiliriz; her duygusal deneyimin bir fiziksel yükü var. O fiziksel yükü eylem odaklı bir terapi metodu, dışa vurarak atmamız gerilimi çözmemizi sağlayan bir eforlu çalışma, uğraş gerektiriyor yani bu uğraşla sıkıntının yanına heyecanlılık, yalnızlığı yanına buluşmanın renklerini koyduğumuz zaman bunların yüklerini kağıt yüzeyine bırakıypruz ve bu süreç takılı kalanı üzerimizden atma ve uzaktan bakma şansı veriyor. Bu ikisi mümkün olduğu zaman artık başkalaşabiliriz, yenilenebiliriz ve kişisel dönüşüm mümkün olur.
Türkiye’de sanat psikoterapisi uygulaması nerede?
Ben sanat terapisi nerede diye ele almak istiyorum sanırım. Çok daha geniş bir perspektiften ele almaktansa. Kendi alanımda söyleyebilirim ki; Türkiye’de sanat terapisinin geçmişi 1950’lere dayanıyor. Orada dayanılması gereken asıl bir nokta tıp fakültesinde sanat psikopataloji laboratuvarı ve bir oluşumun başlaması. Psikiyatri hastalarının sanatsal ifade yoluyla kendilerini ifade etmesinin iyileştirici gücünden faydalandıkları erken bir dönem var. Bu arada bir boşluk var. Sanat psikoterapiler laboratuvarı bir süre devam etmiyor ama 2008 itibariyle İstanbul Tıp fakültesi sosyal psikiyatri kliniğinde tekrar sanat terapisi ve rehabilitasyon uygulaması psikotik ve kişilik bozukluğu olan hastalarla grup formatında başlıyor ve bugüne kadar devam ediyor. 2011 de başlatılmış olan bugüne kadar süren yüksek lisans denkliğine ulaşmaya çalışan lisansüstü bir sertifika programı var. Türkiye’de bunun bir kaç psikiyatri hastanesinde bir kaç tane eğitim programı var. Henüz uluslararası standartlara ulaşmış bir sanat terapisi yüksek lisans eğitimi yok. Ancak, sarf edilen çok çaba var, özellikle Sanat Psikoterapileri Derneği’nin ve derneğe mensup üyelerin son 5 yılda gerçekleştirdikleri projeleri düşündükçe, Türkiye’de alanın geleceği konusunda hakkında çok umutlu hissediyorum. Van depremi ve Soma felaketinden sonra, Suriyeli mültecilerle yapılan çalışmalarda sanat terapisinin yeri ve yaygınlığını düşünüyorum. Aslında oldukça önemli gelişmeler katediliyor diye düşünüyorum.
Sanat terapisine yönelmek isteyen kişilere ne önerirsiniz?
Sanat terapisi pratiği her şeyden çok bireyin kendi bünyesini canlı tutmasını gerektiren bir pratik. Her terapist bir miktar çalıştığı pratiğin gölgesinde kaybolabiliyor ama kendi atölyesinde kendini canlı tutması yani ifadeler üretiyor olması, dans ediyor olması, çiziyor olması, yazıyor olması bunlardan bir yeri kuvvetli bir bağı olması aslında onun terapist olarak ne kadar iyi bir katolizör olacağının belirleyicisi. Siz resimle, şiirle dönüştürüyorsanız sıkıştığınız noktaları, o tıkanıklıkları açıyorsanız bir başkasının açmasında çok daha kolay fasilite edebilirsiniz ya da siz ilhamınızı bol kılıyorsunuz bir kişiyi ilham bulmak konusunda daha iyi yönlendirebilirsiniz. Benim sanat psikoterapisiyle ilgilenen insanlara söyleyeceğim şey sanatla, sanat tarihiyle bağınızı hep canlı tutmaları, çünkü hastalıklı döngülerin kırıldığı nokta ilham verici duyusal gerçeğe odaklanmak ve bu odağı canlı tutmak.
Kendimi her şeyden önce bir görsel sanatçı ya da bir doğaçlama sanatçısı olarak düşünüyorum ve bu süreci iyileştirici özellikleriyle başkaları için kolay kılmak, mümkün kılmakla uğraşan birisi olarak düşünüyorum. Daha önceki pratiğimde onkoloji hastalarıyla çalışırken özellikle kronik hastalığın bireyin hayatındaki travmatik etkisinin ötesini, insanların yaşamı tehdit eden unsurlardan sonra tekrar aynaya bakıp kim olduklarını ve bundan sonra nasıl yaşayacaklarını keşfettikleri post travmatik gelişim süreçlerinde yanında durmaktan kıvanç duyan birisiyim. Burada insanları cesaretlendirmekten, kendi öykülerini yeniden yazmaya teşvik etmekten mutluluk duyuyorum. On seneyi aşkın süredir bu tür süreçlerin takibini yapıyor, daha çok yapma isteğiyle ilerliyorum.
Sanat psikoterapileri alanın tarihçesinden bahsedebilir misiniz?
Sanat psikoterapisi alanını 1950’li yıllarda topraktan yüzeyini kırıp çıkan bir filiz gibi düşünebiliriz. Sanatın şifa ile ilişkisi, hayal gücü ve kendini ifadenin ruhsal ve bedensel iyileşme ile ilişkisi çok daha eski bir tarihe dayanıyor. İspanya’da yeni keşfedilen mağara resimlerine bakacak olursak, kırk bin öncesine gidip oradan başlayabiliriz. Av sahnelerinin resimlendiği mağara resimleri, insanın korku ve umut arasındaki gel gitlerdeki güven arayışını anlatıyor. Belirsizliğe gögüs gerirkeni başa hayal gücü ile çizim becerisini birlikte işleterek bir strateji oluşturma çabasını, prova yaparak kendisini zor karşılaşmaya hazırlama sürecini görüyoruz. Bu işlevler bugün uygulanan sanat psikoterapisinde hala daim olan sanatın iyileştirici ve duygu düzenleyici işlevleri.
Bir meslek olarak sanat psikoterapisinin tarihine odaklanacak olursak, 1900’lü yıllara gitmemiz gerekir. Art Therapy yani sanat terapisi terimini Adrian Hill’e borçluyuz, Hill birinci dünya savaşından tüberküloz ile döndükten sonra, tedavi gördüğü sanatoryumda resim yaparak kendi iyileşme sürecini fark eder ve sonra aynı sanatoryumda sanat dersleri vererek sanatın bir terapiye araç olduğunu anlatan “Hastalığa Karşı Sanat” isimli bir kitabıyla alana temel olan fikirleri daha da artiküle eder.
Birbirlerinden habersiz ama eş zamanlı olarak 1940’larda da Amerika’da alanın büyük anneleri olarak bilinen Margaret Naumburg ve Edith Krammer sanat psikoterapisine bugünkü mesleki kimliğini kazandıracak önemli temelleri atmaktadır. yaklaşımı sanat daha psikanaliktiktir, sanat bir tür sanatsal dışavurum bir tür serbest çağışım gibi bilinçaltını yüzeye çeken yöntemidir diye düşünür. Yani, olağan gündelik zihinsel akışta dile gelmeyecek şeyler, resim yaptıkca, heykel yaptıkça, dans ettikçe ortaya çıkar, yüzeye çıkar. Ele aldıkça ve bedelselleştirdikçe kendini tanıma, kendi ikilemlerini bütünleştirme fırsatı bulur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra post travmatik stres yakınmalarıyla gelen askerler için sanat terapisi kullanımı yaygınlaştı. 1970’li yıllarda bir çok ruh sağlığı hastanesinde ve psikiyatrik klinikte diğer ruh sağlığı profesyönelleriyle beraber klinik ekibin üyesi olarak sanat terapisti kadrosu oluşur ve düzenli sanat terapi grupları ilerler. Bugünse halen bu interdisipliner pratik sürmekte. Ülkemizde de benzer bir yapılanma görmekteyiz ancak henüz kadrolaşmanın resmi veya yaygın olduğu noktada değiliz.
Sanat terapisinin işleyişinin dayandığı temel ilkelere örnek verebilir misiniz?
Belki en önemli ilkelerden birisi farklı hatta zıt duyguları entegre etmek için sanat psikoterapisi ideal bir zemin sunar. Çünkü bir kağıt üzerinde öfke ve şefkati, korku ve umudu aynı anda çizip boyayabilirsiniz. Dolayısıyla ayrıklaşmış bu tarafları yine sentezlemeyi mümkün kılan bir zemindir ya da hareketle bir duygudan diğer duyguya geçişin koreografisini araştırmak o duygular arasında bireyin hayatın içerisinde de geçişkenleşmesini kolaylaştırır. Dolayısıyla bu zıt kutupları birleştirmek, ayrıklar arasında köprüler kurmak sanat terapisi uygulamasının dayandığı sanatın temel işlevlerinden biridir.
Bir sanat terapisi seansı neye benzer ve nasıl gelişir? Konuya hiç aşina olmayan kişiler için anlatabilir misiniz?
Sanat terapisi bireylerle bir yanı terapist danışan olarak ya da gruplarla grup lideri ve katılımcılar olarak çalışılabilir hatta çiftler ve aileler de birlikte sanat yaparak ailenin işleyişi ve çatışma çözümlerini gerçekleştirebilen bir sisteme dönüşmesine ailece yapılan sanat terapisi etkinliklerinde de sağlamak mümkün. Ben bireysel ve grup sanat terapisinde izlenen yol haritasından bahsedebilirim.
Seans başında adeta bir kapıdan içeri giriyormuşsunuz gibi kendinizi düşünebilirsiniz. Nasıl kapıdan içeriye girdiğinizde montunuzu çantanızı çıkarırsınız, anahtarınızı bırakırsınız. Sanat terapisi seansında da o günün dertlerini, o günün kimliğini ilk başta seansta oturduğunuz koltuğa bırakırsınız. O andan sonra “şimdi ve burada ya” gelmek üzere duyularınıza odaklanırsınız. Bugün burada olmak nasıl bir bedensel his?, nasıl duygular bana eşlik ediyor? bu imgeler, anılar çağrışımımda bunları paylaştıktan sonra bugün benim ihtiyacım ne? Bugün benim sorum ne? problemini, sorununu tanımlayabilir. Yavaş yavaş bu sorunun ele alınacağı, cevap bekleyen sorunun araştırılmasının yapılacağı bir tür sanat gündemi oluşturulur. Peki bunun resmini yapsak ya da bunu anlatırken çok ellerini yumruk yapıp sıksan, bu yumruk sıkışlar bir tür dans ve harekete dönüşse nasıl bir hareket olur acaba diye sözden sanatsal keşfe geçilir. Yani seansın ilk aşaması giriş ve konuşma, ikinci aşaması sanatsal dışavurum olur ve o dışavurum bir şekilde sözelden çok organik bir geçişle sağlanır. Bu ikinci aşamada giderek günün gerçeğini, kimliğinizi, probleminizi bir kenara bırakır sanatsal sorunla uğraşmaya başlanır. Sarıyla mı boyasam bunu, yeşille mi yoksa palette olmayan başka bir renkle mi karıştırsam? Yani o problemle estetik bir mesafe kurulmaya başlanır ve burada hayatta olmayan kontrolü, hayatta olmayan serbestliği deneyimlediği beyaz kağıdın üzerinde ya da boş alan içerisinde, sessizliğin içerisinde olabildiğine özgürce ve dolayısıyla yaratıcı bir şekilde keşfetmeye başlar. Bu süreç özellikle dışavurumcu sanat terapisi yöntemiyle çalışırken bir inter model transferle bir geçişle dönüştürülür. Yani yeni yaptığınız şeyin dile gelse ne söyleyeceğini yazar ya da heykelini yaptınız diyelim ki bir kadın figürü yaptınız hareket etse nasıl hareket eder diye bir sanat dilinden başka bir sanat diline geçersiniz ve bu gerçekten insanın konuyla kurduğu ilişkide perspektifini değiştiren bir araçtır. Bu perspektif değişikliğinden sonra tekrar koltuklara dönülür. Acaba biz bugün ne yaptık? Neyi keşfettik sanatla? Bu hani 60 dakikalık sanat serüveninde resimden dansa geçen danstan şiire geçebilen sanat serüveninde neyi keşfettik acaba? Bu yaptıklarımızdan hangisi sana dokundu, hangisi sana tam bir süpriz gibi geldi, hangisi seni şaşırttı? diye yaptığımız eseri tamamen ön yargısız bir perspektifle ele alırız. Burada yorumlandırılmadan önce duyusal ve estetik olarak yaptığımız şeyi tanımaya çalışırız. Bu da gerçekten yeni bir özgürlük alanı, uzaktan bakma fırsatı ve üretilen yaratıcı şeye bir dil üretme fırsatı verir. En sonunda biraz daha sanat ve hayat arasında köprüler kurmaya çalışırız. Bugün sanatsal süreçte yaşadığın bir şey. Heykel malzemesiyle zorlanman ya da dans ederken bir türlü yerden kalkamaman. Yerde yatıp sonra ayağa kalkabileceğin bir harekette o yükselmeyi bir türlü gerçekleştirememek. Acaba bu yaşanan süreçten her hangi bir şey sana tanıdık geliyor mu hayatında? Hayatta da benzer şeyler oluyor mu?
Sanatsal süreçle yaşamsal süreç arasında bir karşılaştırma yaparız. Evet hayatta da böyle oluyor. Hayatta aynı şeyi yaptığımda böyle kötü sonuçlarla karşılaşıyorum. Sanatla aynısını yaptığımda bu durumu çözebileceğimi fark ettim, başka bir stratejiyle ya da sanatta bir cezayla karşılaşmayınca kendimi biraz daha denemekte özgür hissettim, biraz daha kendimi bütün duygularımla ortaya koyabildiğimi fark ettim.’ Yani hem ayna tutabilir sanatsal süreç insanın yaşamdaki sürecin bir replikasını oluşturarak hem de başka ihtimallere izin verecek şekilde yaratıcılığını kullanarak problemi çözmesine ön ayak olabilir. Süreçten yani yaratıcı süreci hayattaki süreçlerin bir paraleli olarak ele alabiliriz. Ortaya çıkan eser her neyse bireyi yansıtan bir şey olabilir ya da bireyin başka bir mercekten aynı problem hakkında fark etmediği detayları göz önüne süren bir kör noktayı aynalayan bir dikiz aynası işlevi görebilir. Bireyin sanatsal ifadesiyle hayatı arasında bağlantılar kurduğumuz zaman son kısımda bir ödev veririz. Acaba bugün sanatsal süreçte deneyimlediğin yeniliği hayatta nasıl yapabilirsin? Acaba bu hafta hiç içinden kalkmak gelmediğinde direncine kapılmışken müziğe kulak verebilir misin ya da ışığın yönünü takip edebilir misin? Dans ederken çözüm neyse onu hayata aktarsak bu başarılı olur mu, bir deneyebilir misin? Bu sanatsal süreçteki çözümün hayattaki karşılığını gerçekleştirme projesidir ödev. O ödevle ya da soruyla. O ödev bazen de hayatta da böyle mi? Sen bu özlem duyduğun şeyi hayatın içerisinde nerelerde var edebiliyorsun? Önemli bir varoluşçu soruyla çıkışını sağlayabiliriz. Nasıl ki misafirlerimiz kapıda girerken bıraktıkları, çıkarken alıyorsa, sanat psikoterapisi seansında danışan ayrılırken seansa getirdiklerinin bir kısmını dönüştürmüş şekilde, çantasına yeni bir dönüştürme aracı da ekleyerek seansın onu uğurlarız.
Genel hatlarıyla bir seansın mimarisi dediğimiz model bu şekilde işler.
Soruma yanıtınızı dinlerken aklıma Kafka’nın Dönüşüm kitabı geldi. Sanat terapisindeki süreç de farklı bir manada bir dönüşümü anlatıyor, aslında insanın kendiyle kendine dönüşümünü. Sözlerinizle çağrışan bir başka şey ise, ‘Yazmasan delirecektim’ sözü, malumunuz biz bu ifadeyi üreten şairin halkıyız ve bu gibi ifadeler içerisine doğduk. Şahsen ben de yazıyla uğraşmayı çok severim; yazdıkça ruh halimin dönüştüğünü hissederim. Fakat, şairler ve yazarlar için yazmak salt olarak sağaltıcı mıdır? Sanatçılar, sanatsal uğraş ve atölye yaşamı her daim terapötik midir?
Sanatla uğraşmak insanı sağaltıcı etkilere sahip olduğu kadar bir miktar da dağıtabilen, her icat süreci gibi biraz da aklın sınırlarını zorlayan, yani çıldırtıcı bir süreç. Sanat terapisinde çıldırtıcı etkiden çok sağaltıcı olan özgürleştirici, özgünleştirici ve bütünleştirici işlevlere odaklanıyoruz diyebiliriz. Sanatla uğraşmanın insanı belirsizlikle ve kaosla yüz yüze getiren ve ona düzen getirmekle ilgili bir uğraş olduğunu söyleyebiliriz. Bazen bu sanatçıların bünyesini çok yorabilen bir deneyim haline gelebiliyor. Van Gogh ya da Frida Kahlo örneklerinde gördüğümüz gibi ruhsal ve fiziksel acıyı bambaşka bir esere dönüştürebilme, bir esin kaynağı olarak değerlendirme fırsatı sunuyor sanatsal ifadeler. Senin de dediğin gibi, bir dönüşüm söz konusu.
Bu dönüşümden belki şu şekilde de bahsedebiliriz; her duygusal deneyimin bir fiziksel yükü var. O fiziksel yükü eylem odaklı bir terapi metodu, dışa vurarak atmamız gerilimi çözmemizi sağlayan bir eforlu çalışma, uğraş gerektiriyor yani bu uğraşla sıkıntının yanına heyecanlılık, yalnızlığı yanına buluşmanın renklerini koyduğumuz zaman bunların yüklerini kağıt yüzeyine bırakıypruz ve bu süreç takılı kalanı üzerimizden atma ve uzaktan bakma şansı veriyor. Bu ikisi mümkün olduğu zaman artık başkalaşabiliriz, yenilenebiliriz ve kişisel dönüşüm mümkün olur.
Türkiye’de sanat psikoterapisi uygulaması nerede?
Ben sanat terapisi nerede diye ele almak istiyorum sanırım. Çok daha geniş bir perspektiften ele almaktansa. Kendi alanımda söyleyebilirim ki; Türkiye’de sanat terapisinin geçmişi 1950’lere dayanıyor. Orada dayanılması gereken asıl bir nokta tıp fakültesinde sanat psikopataloji laboratuvarı ve bir oluşumun başlaması. Psikiyatri hastalarının sanatsal ifade yoluyla kendilerini ifade etmesinin iyileştirici gücünden faydalandıkları erken bir dönem var. Bu arada bir boşluk var. Sanat psikoterapiler laboratuvarı bir süre devam etmiyor ama 2008 itibariyle İstanbul Tıp fakültesi sosyal psikiyatri kliniğinde tekrar sanat terapisi ve rehabilitasyon uygulaması psikotik ve kişilik bozukluğu olan hastalarla grup formatında başlıyor ve bugüne kadar devam ediyor. 2011 de başlatılmış olan bugüne kadar süren yüksek lisans denkliğine ulaşmaya çalışan lisansüstü bir sertifika programı var. Türkiye’de bunun bir kaç psikiyatri hastanesinde bir kaç tane eğitim programı var. Henüz uluslararası standartlara ulaşmış bir sanat terapisi yüksek lisans eğitimi yok. Ancak, sarf edilen çok çaba var, özellikle Sanat Psikoterapileri Derneği’nin ve derneğe mensup üyelerin son 5 yılda gerçekleştirdikleri projeleri düşündükçe, Türkiye’de alanın geleceği konusunda hakkında çok umutlu hissediyorum. Van depremi ve Soma felaketinden sonra, Suriyeli mültecilerle yapılan çalışmalarda sanat terapisinin yeri ve yaygınlığını düşünüyorum. Aslında oldukça önemli gelişmeler katediliyor diye düşünüyorum.
Sanat terapisine yönelmek isteyen kişilere ne önerirsiniz?
Sanat terapisi pratiği her şeyden çok bireyin kendi bünyesini canlı tutmasını gerektiren bir pratik. Her terapist bir miktar çalıştığı pratiğin gölgesinde kaybolabiliyor ama kendi atölyesinde kendini canlı tutması yani ifadeler üretiyor olması, dans ediyor olması, çiziyor olması, yazıyor olması bunlardan bir yeri kuvvetli bir bağı olması aslında onun terapist olarak ne kadar iyi bir katolizör olacağının belirleyicisi. Siz resimle, şiirle dönüştürüyorsanız sıkıştığınız noktaları, o tıkanıklıkları açıyorsanız bir başkasının açmasında çok daha kolay fasilite edebilirsiniz ya da siz ilhamınızı bol kılıyorsunuz bir kişiyi ilham bulmak konusunda daha iyi yönlendirebilirsiniz. Benim sanat psikoterapisiyle ilgilenen insanlara söyleyeceğim şey sanatla, sanat tarihiyle bağınızı hep canlı tutmaları, çünkü hastalıklı döngülerin kırıldığı nokta ilham verici duyusal gerçeğe odaklanmak ve bu odağı canlı tutmak.